top of page
  • Ege Dikencik

Gelecekte Ölebilmek Mümkün Olacak Mı?

Olması veya olmaması konusunda hiçbir hâkimiyetimizin olmadığı, ne zaman ve ne şekilde olacağını bilemediğimiz en net ânlar: hayata gelmek üzere anne rahmine düştüğümüz ân ve ölüm. Doğumun mucizevi olduğunu düşünürken, kayıplar bizi başarısız ve mutsuz hissettiriyor. Eskiye göre daha çok yaşayabilmeyi dilerken bunu başarabilmek adına spor yapıyor, sağlıklı besleniyor, yoga ve meditasyon gibi stresimizi azaltacak uygulamalara zaman ayırıyor, zararlı alışkanlıklarımızı bırakmaya çalışıyoruz. Bu davranışlarımız bize başarıyı getiriyor mu? Eskiye nazaran daha uzun yaşadığımız bir gerçek. Fakat ölümle olan ilişkimiz gittikçe farklılaşıyor, artık hayatın parçası olmaktan ziyade ölmek bir başarısızlık. ‘Godot’yu Beklerken’de kahramanlarımızın beklemekten sıkıldıkları her günün ertesinde, bu döngüyü intihar ederek bitirmeyi kafalarına koymaları gibi; ölüm kaçınılmaz değil de bir seçenekmiş gibi gözüküyor gittikçe. Özellikle de hayattan zevk alınmadığında ölümü bir kaçış olarak görmekse uzun zamandır süregelen bir durum. 


Değişim nasıl oldu? Bu konuda yazdıkları en bilinen kişi ölüm ve çocuklarla ilgili yazılarıyla dikkat çeken ortaçağ tarihçisi Philippe Ariès. Yazara göre eskiden ölüm, hayatın içindeydi, bir parçasıydı. Ölüm seramonisi, ilk önce kişinin öleceğini anlamasıyla başlardı. ‘Batı’da Ölümün Tarihi’ eserinde aktardığına göre bunun ardından sevdiklerini çağırır, bir papaz eşliğinde onlardan af diler ve son anlarını onlarla beraber geçirirdi. Çocuklar odadan çıkarılmaz, büyükler sevdikleri bu kişiyi affettiklerini sesli olarak dile getirirlerdi. Devamında hayatını kaybeden kişinin töreni, vasiyeti gibi konular bir saygı çerçevesinde gerçekleşirdi. Üzüntüler büyük ifadelerle ve ağlama krizleriyle yer bulmaz, cenazelerde günlük laflamalar yapılmazdı. 


Ariès’e göre 12. yüzyıldan sonra korkuyla beraber bir tutku ve saplantı baş gösteriyor. Bunun başlıca sebebi, ölümden sonraki yaşamla ilgili bir bilgi sahibi olunmaması ve bu ölüme erotik bir anlam kattığı görüşünde. Vücudun çürümesi ve bu esnadaki değişim bir saplantı hâlini alırken mezarlıktaki oymalar ve heykellerde bedenlerin çürüyen durumları resmediliyor. Ölüm, yaşayanların ötesinde anlamlar taşıdığı ve kişileri farklılaştırdığı için önemli. Sosyal ve toplumsal tüm değişimler merasimlere yansıyor. 


Ariès ölümle olan ilişkimizin, özellikle tıbbın gelişmesiyle beraber, ölümün bahanesi olan hastalıkların erken teşhis edilmesiyle değiştiğinin işaret ediyor. Artık hastanın kendisinden önce, doktorlar ve hemşireler o kişinin ölmekte olduğunu biliyor. Bu kadim sıralamanın değişimi, döngünün kırılmasına sebep oluyor ve ölüm, önce bilenler için artık sadece onların çabalarıyla ertelenecek bir durum, gerçekleştiği takdirde de bir başarısızlık hâlini alıyor. Bu sebeple hastanın kendisi önemini yitiriyor, sessiz bir siluette dönüşüyor. Yakınları ise onun steril hastane odasına girmesi yasaklılar listesinde yer alanlar haricinde bir öneme sahip değil. Tıp ve teknolojinin ölümün anlamını değiştirdiğini düşünen sosyolog Norbert Elias da ‘Ölmekte Olanların Yalnızlığı Üzerine’de bu noktaya değiniyor: “Tüm bunlar, gelişmiş toplumlarda ölümün ve ölmenin, yaşayanların ufkundan önceki zamanlarda olduğundan daha fazla çıkarılıp normal hayatın perde arkasına sürgün edilmesine katkıda bulunuyor. Hiçbir zaman insanlar, günümüz gelişmiş toplumlarındaki gibi böyle sessiz ve hijyenik ölmediler ve yalnızlığı bu kadar teşvik eden toplumsal koşullarda yaşamadılar.”


Geçmişten günümüze adım adım değişen ölüm kavramı akıllara şu soruyu getiriyor: gelecekte ölebilmek mümkün mü? 


Ölüme karşı kişilerin yine pasif kaldığı ama hayatın anlamını yüceltmeye yönelik teknolojik çalışmaların peşinde koştuğunu gösteriyor. Avusturalya ve Yeni Zelanda’da aktif çalışmalarını sürdüren Afterwork, topluluklara yön veren bir girişim sermayesi şirketi. Yaptıkları yatırımlarla dünyanın daha iyi olma hâline katkı sunmaya çalışıyorlar. Şirketin yaptığı bir araştırmaya göre, 10 yıl içinde, 


  • Ölüm ebeleri, cenaze yöneticileri gibi yeni meslekleri icra edenler artacak.

  • AR ve VR sistemleriyle kişilerin fiziksel olarak yapmasına olanak olmayan, ölmeden önce yapmak istedikleri şeyleri gerçekleştirmek mümkün olacak.

  • Kişilerin ölmeden önce yapacakları dokümantasyon vasıtasıyla onlarla iletişime geçilebilecek, özel günler kutlanabilecek. 

  • Ölümden korkanlara saykodelik ilaçlarla desteklenen terapilere başlanacak. 


Bu liste kulağa ne kadar gerçekçi gelse de benzer şirketlerin çalışmaları 50 yıl sonrası için daha da uçuk öngörülere sahip: 


  • Distopik bir dünyanın sinyallerini veren, 90’lardan itibaren kulaktan kulağa yayılan klişelerin kimi gerçekleşecek. Örneğin, Walt Disney’in de katıldığı iddia edilen ve kişileri dondurup ölümcül hastalıklarının tedavi edilebileceği zaman hayata döndürmeyi amaçlayan kriyonik üzerine yapılan çalışmalar ön plana çıkacak. Nitekim tam gaz çalışmalarını sürdüren Cryonics Institute ve Alcor gibi şirketler, bu sürecin geleceğe yönelik olduğunu ve artık herkesin 30 bin doları bile bulmayan bedellerle yaşam süresini uzatmasını mümkün kıldıklarını savunuyor.


  • Black Mirror’dan aşina olduğumuz, fiziksel olarak varlığın sonu olsa da dijital olarak devam ettiği bir gelecek mümkün. Bunun için metaverse gibi platformlar kullanılacak. Fiziksel olarak varolunmasa da dijital varlığın devamına yatırım yapılacak. Yapay zekâ teknoloji şirketlerinin de ürünleriyle aramızdan ayrılanlar yanımızda hissettirilecek, bizi dürtmeye, mesaj atmaya, uyarmaya ve sevmeye devam edecek.


Peki, tüm bunlar, eskiden hastalığın ne olduğunun bile önemsenmediği, ölümün normal karşılandığı dönemdeki huzuru vadedebiliyor mu? Ariès’e göre, kesinlikle hayır. 

 

“Ölüm bir kez gerçekleşti mi, artık herkes için işler yoluna girer. Buna karşılık ölmek kolay değildir. Önce onlara, bilinen bir gerçek olduğu hâlde, ölmek üzere olan kişi muamelesi yapmamaya çalışılır, sonra da onları unutmak için acele edilir.” (syf. 256)


bottom of page