top of page
  • Elif Bereketli

"Ölümsüzlük arayışına özgürlükten ziyade zararlı, ahlaksız bir merakın ifadesi olarak bakıyorum."



Gazeteci Elif Bereketli, yazar ve psikolog Gündüz Vassaf'a soruyor: Gelecekte ölebilmek mümkün olacak mı?


Elif Bereketli: Digital Immortality’ dediğimiz kavram benim için de yeni bir kavram. Yapay zekâ aracılığıyla “ölümden sonra, biyolojik ölümden sonra ölümsüzlüğü arama çalışmaları” diyelim. İki yönü var bence: Biri, kendimizi öldükten sonra hayatta tutmaya çalışmamız ki bu ölümsüzlük arayışına girer, diğeri de sevdiklerimizi biyolojik ölümlerinden sonra hayatta tutmaya çalışmak. Bu da herhalde hem ölümle yüzleşmek demek oluyor bir anlamda hem de vedalaşmayı geciktirmek olabilir ya da bir acıyı ötelemeye çalışmak. Mesela, ben babamı kaybettim ve babamla olan WhatsApp yazışmalarımı da diyelim bir firmaya veriyorum ve o WhatsApp yazışmalarından babamın yazma usulünü, neler yazabileceğini, neye ne şekilde cevap verebileceğini öğreniyorlar. Sonra ben de “Baba öldün ama nasıl hissediyorsun kendini?” yazabiliyorum. O da bana bir cevap verebiliyor. Bir insan bunu neden yapmak ister? Bu vedalaşmayı ertelemek midir sizce? Aklınıza neyi getiriyor bu soru? 


Gündüz Vassaf: Annem öldüğünde bir mezar taşı yapıldı. Fakat mezar taşı yapılana kadar “Annem Belkıs” adındaki kitabım çıktı. Ben o mezar taşına plastik bir kutu yaptırdım ve annemin hayatını anlatan bu kitabı, o kutunun içine koydum. Gelip geçen birisi merak ediyorsa orada kim yatıyordu diye alıp kendi ağzından kitabını okuyabilir diye düşünmüştüm.  Ondan sonra bu düşünceyle oynadım azıcık ve hayali bir şirket kurdum. O şirket şunu yapıyor, kişi ölmeden önce kişinin istediği şekilde filmini çekiyor. İstediği şekilde hayatını anlatıyor, anılarını koruyor, arşivi koyuyor ve o filmi mezar taşının içine yüklüyor. Mezar taşında bir tane düğme var, bir de kredi kartınız için bir yer var; kredi kartınızı koyuyorsunuz ve o filmi seyrediyorsunuz. Dolayısıyla para kazanıyorsunuz, hatta varisleriniz de kazanıyor. Veyahut diyelim bu Zeki Müren'in mezarıysa ve içeride Zeki Müren'in bir filmi varsa -o da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağışlamıştı parasını- istediğiniz yere bağışta bulunuyorsunuz bu şekilde. Yani ölülerin üstünden para kazanıyorsunuz. 


EB: Şimdi bir saniye, siz şirket kurdun mu dediniz? Yani hayali şirket.  


GV: Evet, şirket bunu yapıyor. Dolaşıp o kişilerin filmlerinin arşivini falan topluyor. Ondan sonra mezar taşının içine yerleştiriyor. Şirket de bir yüzde alıyor tabii bu işi yaptığı için. Aile, mirasçılar, onlar da bir şey alıyor ve o sevdikleri kişiyi veya sömürmek istedikleri kişiyi yaşatmış oluyor.


Fakat, şunu düşündüm. Siz yaratıyorsunuz, babanızı yüklediniz, yarattınız ve bunu yapmanın bir maliyeti var. Belki çok pahalı değil, bilmiyorum. Maliyeti asla mesele değil. Günde beş doların altında mı, on doların altında mı yaşayan belki bir milyar insan vardır. Yani böyle korkunç istatistikler var. O zaman bir ölümlüler, bir ölümsüzler olacak. Buna ölümsüzlük diyorsak, bu teknolojinin uygulanmasıyla bir de ölümlüler olacak yeryüzünde. Yani işte siyahlar, beyazlar, Yahudiler, Müslümanlar derken bir de her nasıl tanımlıyorsak olalım, ölümlüler ve ölümsüzler dünyası olacak. Burada başka bir adaletsizliğe söz konusu bu da.



"Diyelim ki teknolojik olarak benim bilincimi olduğu gibi zapt etmek ve kaydetmek mümkün oldu. Şimdi bilincim donmuş hâlde. Ondan sonra o bilincin yaşayacağı tecrübeler, deneyimler artık benim olmayacak. Başka uyarıcıların verdiği, sağladığı bir bilinç olacak."


EB: Peki, buna gerçekten ölümsüzlük demek mümkün mü? Çünkü benim bir chatbot versiyonumu, çocuğum dinler eminim, belki torunumun da ilgisini cezbeder. Ama ondan sonraki jenerasyon bununla ilgilenmeyeceği için, aslında ölümü geciktiriyorum bir yandan ben, değil mi?  


GV: Geciktirme değil, yani ölünün izlerinin kaybolmasını, yani raf ömrünün dolmasını uzatıyorsunuz. Çünkü şu da var, diyelim ki teknolojik olarak benim bilincimi olduğu gibi zapt etmek ve kaydetmek mümkün oldu. Şimdi bilincim donmuş hâlde. Ondan sonra o bilincin yaşayacağı tecrübeler, deneyimler artık benim olmayacak. Başka uyarıcıların verdiği, sağladığı bir bilinç olacak.


Bin yıllık bir gemi buluyorsunuz. Onu onarıyorsunuz, yeni parçalar ekliyorsunuz. Nerede o? Artık o eski gemi değil, yeni bir gemi. Yani bir püf noktası var orada. Aynı şey yapay zekânın, yani bilincin devamı için de geçerli. Artık o bilinç, bilinçse, bilinç olmaktan çıkıyor. Bilinçse de büyük bir soru işareti tabii.


EB: Düşünce aslında kendi yokluğunu imgeleme yetisinden yoksun. Dolayısıyla o düşünen yapay zekâ, Elif versiyonu, aslında ben olmayacağım. Çünkü ben ölmüş olacağım diye düşünüyorum. Düşünüyorum, öyleyse varım böyle bir şey olabilir mi?


GV: Yani bu arada şu hiç konuşulmayan bu bilincin devam etmesinde “düşünüyorum, öyleyse varım” dediniz. Descartes'e göre hayvanlar düşünemiyordu, acı çekmiyordu. Onun için Descartes olmadık işkenceler yaptı hayvanlara, zaten acı çekmezler diye. Şimdi bu yapay zekâ hikâyesinde yeni bilinç yaratmak konusunda, örneğin hayvanlar yine söz konusu değil. Yani gene o kadar ben merkezciyiz, o kadar insan fetişiştiyiz ki, bir sevgili kedimizin bile bilincini yapay zekâda nasıl devam ettirebiliriz, daha böyle bir yazı okumadım. Hep insan üzerinden gidiyor.  


EB: Aslında bu söylediğiniz aklıma Borges'in ünlü “Alef” kitabını getirdi. Orada ilk öykü “Ölümsüz”, ölümsüzlük nehrini arayıp bulan ve artık kendisi de bu şekilde ölümsüz olan bir kişinin hikâyesini anlatıyor. Nihâyetinde ölümsüzlüğü buluyor ama bundan mutsuz oluyor kahraman. Ardından şöyle bir kanıya varıyor: Ölümsüzlük anlamsızdır, insan dışında bütün yaratıklar ölümsüzdürler çünkü ölümden habersizdirler. Şimdi kedimiz öleceğini bilmediği için bir ölüm korkusu ya da ölümsüzlük arayışı da yok. Bu bağlamda kedimizi ya da herhangi bir hayvanı ölümsüz kılmaya çalışmak insan narsizmine işaret edecektir, değil mi?


GV: Ben bilip bilmediklerini bilmiyorum ama genellikle söylenen bilmedikleri. Mesela fillerin mezarlıkları var; toplanıyorlar, tören yapıyorlar. Orada farklı bir bilinç olabilir: Ölümlülük bilinci.



"Yapay zekânın tehlikesinden söz eden var. Fakat ahlak anlayışımızın nasıl değişeceğinden hiç söz eden olmadı şimdiye kadar."


EB: Ne yapılabilirdi mesela hayvanlarla ilgili? Sizin elinizde olsa bütün bu yapay zekâ dünyası ve bu dijital ölümsüzlük çalışmaları, ne yapardınız?


GV: Herhâlde bir tür sirk yapardık. Yani robot kedilerimiz olduğu gibi artık bu daha bir üst aşaması olurdu. Meta olurdu, alınırdı, satılırdı. Gösteriş yapardı insanlar birbirlerine. Mesela biliyorsunuz, Amerika'yı sömürmeye gidenler Florida'da ölümsüzlük suyunu aramışlardı. Simyayla uğraşanlar hayat iksirini aramıştı ve şimdi de bu çıktı başımıza; ama hep aynı hikâye. Yani insanın kendisine bir tür tapınması, tanrıdan kopması, tanrıdan koptukça kendi tapınması ve tanrıdan da özgürleşmesi söz konusu. Ölümsüzleşmek, tanrıdan özgürleşmek anlamına geliyor. Böyle bakanlar da vardır sanıyorum ama buna özgürlükten ziyade zararlı, ahlaksız bir merakın ifadesi olarak bakıyorum. Çünkü bizi, yani sizin sorularınız hep ne olacak, ne hissedebiliriz, ne yaşayabiliriz? 


Burada hiç ahlaktan söz eden yok. Yani yapay zekânın tehlikesinden söz eden var. Fakat ahlak anlayışımızın nasıl değişeceğinden hiç söz eden olmadı şimdiye kadar. Elon Musk ne diyor mesela? Yani türümün ölümlülüğünü getirebilir diye korkuyor bundan. Çünkü düşününce insanlar neden şikayetçi? Savaşlardan şikayetçi. Savaşları kim çıkarıyor? İnsan çıkarıyor. Demek ki ben insanı ortadan kaldırsam savaşlar da bitecek. Şimdi bu mantıkla, bu algoritmalarla rahatlıkla karar verebilir yapay zekâ. Yani türümün ölümlülüğünü getirebilir, ölümsüzlüğünü değil. Ki onun da bir piyasası, hatta belki borsası olacaktır. 


EB: Yapay zekâyla ilgili şüpheci misiniz? 


GV: Heyecanla yaklaşıyorum. ChatGPT’yi kullanıyorum, çok işime yarıyor ama zamanı değil bence. Yani bu bir oyuncak. Bir oyuncağa milyonlarca dolar yatırmanın, bu kadar parlak zekâların bunu geliştirmeye uğraşmasının, ahlaksız ve anlamsız olduğunu düşünüyorum.


EB: Fotoğraf teknolojisi de ilk çıktığında, ölüleri diriltmek amacıyla kullanıldığı düşünülüyor, eleştiriliyor ve hatta yer yer şeytanlaştırılıyor. Sizce gelecekte yapay zekâ için de fotoğraf teknolojisine benzer bir durum olur mu?


GV: Mümkün tabii. İyimser, gerçekçi kimliğimle yapay zekânın bizi çalışmaktan özgürleştireceğine inanıyorum. Yapay zekâ, robotik, nanoteknoloji, beş boyutlu yazıcılar çalışma nedenimizi ortadan kaldıracak. Yeteri kadar da servet yaratılacak buradan. Yine milyonerler milyon kazanırken bize bahşiş gibi dağıtsalar bile istediğimiz gibi yaşayabileceğiz. Ama istediğimiz gibi yaşamak nasıl olacak? Kritik olan o. Hepimiz sanatkâr, zanaatkâr olabiliriz. Böyle bir yaratıcılığımızı da kullanmak yerine tembelleşiyoruz. 


Ve bu fabrikasyon kültür sanayi, bizi neredeyse artık pornografiye varan müzikle, filmle, romanla beslemeye devam edecek. Aptalca şeyleri beş-on dakika seyredeceğiz. Özellikle Metaverse’e girince ve orada başka kimlikleri, istediğimiz kimlikleri yaratınca. İstersek altı cinsiyetli olacağız; pazartesileri fakir, çarşambaları zengin olabileceğiz. O gerçek bizim gerçeğimiz olacak, sanal gerçek. Çünkü duyduğumuz hazlar çok benzeyecek, aynı değilse bile. Böyle yaratıcı gücü eksiltilmiş bir tür yaratacak. Korkum o. Yani o boş vakit, artık çalışmadığımız vakit nasıl olacak?


Edward Osborne Wilson diye bir biyolog vardı, emekli oldu. Veda konuşmasında, “Uzaydan gelseler neyimizi merak edecekler, biliyor musunuz?” diye sordu. Einstein'a falan değil, geldiklerine göre zaten çoktan başka kuvvetler, 5. 6. 7. kuvvetler, singularity hepsini yapmışlar. Neyi merak edeceklerine cevap olarak “Sanatımızı” dedi. Ve biz de geçmişe baktığımızda ne savaşları hatırlıyoruz, ne başka şeyleri.


Biz de kendi geçmişimize, türümüzün geçmişine baktığımızda Lascaux'daki, Altamira'daki mağara resimleri, merak ettiğimiz o. Kalan o, kalıcı olan o. Hep sanat kalıcı olmuş. İster Rönesans dönemi olsun, ister Mısır'daki resimler olsun. Sonu yok, sanatı hatırlıyoruz. Uzaya kendimizi tanıtmak için bir şeyler yolluyoruz, Leonardo'nun resmini koyuyoruz. Yani böyle bir umut var gelecek içinde. Bir arkadaşım Reşit Ergener, şairler ne zaman susacak diye soruyor bir şiirinde. Cevabı, ‘herkes şair olunca’. Yani hepimizin artık şair olması, müzisyen olması, yeni teknolojilerle yeni sanatlar yaratma olasılığı var. Ama sırtımızdan bizi uyutarak ucuz para kazanmak isteyenler, yani bu kültür sanayi bizi ne kadar tavlayacak, ne kadar tavlayamayacak, zamana bağlı.



"Ölümsüzlük arzusu herkeste yok. Edebiyatta var, kimi insanlarda, kimi yaş gruplarında, demografilerde var. Fakat türe özgür bir şey olduğunu söyleyemeyiz."  


EB: Ölme zorunluluğu karşısında narsizmi zedelenen insanlığın ya da egonun kendini kurtarma çabası olabilir mi bu yeni yapay zekâ girişimleri? Şu yüzden ölmenin zorunlu olduğunu bilmek aslında en görkemli, en anlamlı insan projelerini bile bir anda anlamsız, içi bomboş ve saçma bir hâle dönüştürebiliyor.


GV: Yani bu yapay zekâ geliştirenler hâliyle 20-40 yaş arası kişiler. Fakat ölümsüzlük arzusunun 60'ını 70'ini geçtikten sonra azaldığından eminim. Daha çok dile getirilen rahat öleyim, huzurlu öleyim, hemen öleyim. 30-40 yaşındaki sağlıklı bir insanda hayatın keyfini yakalamışken ölmeme arzusu var. 100 yaşına yaklaşan insan sağlıklı insan, psikolojikman sağlıklı insan, ölmeden ölümle kendisini tanıştırıyor. Bizi zaten tanıştıran sırasıyla gittiyse annelerimiz, babalarımız oluyor. Âşıkları değil, daha çok ölen insanların hikâyelerini dinliyoruz, hastalıklarına bakıyoruz. Yani yavaş yavaş alıştırıyoruz kendimizi. Onun için ölümsüzlük arzusu herkeste yok. Edebiyatta var, kimi insanlarda, kimi yaş gruplarında, demografilerde var. Fakat türe özgür bir şey olduğunu söyleyemeyiz.  


Psikiyatrist Robert Jay Lifton. Ölümsüzlük için yaşar diyor insan, tam sizin tezinizden. Dört tür ölümsüzlük var diyor: Birincisi, dinlerle ilgili. Yani cennete gidiyorsun, reenkarnasyon var, dönüşüyorsun. Bir sonraki hayatına gelip işte bir sonraki reenkarnasyondan sonra hayatına alışıyorsun. Yani dini ölümsüzlük. Hayat devam ediyor başka bir mekânda. İkincisi, kalıtımsal ölümsüzlük. Ben gidiyorum, ama soyumu, oğlum ve kızım devam ettiriyor. Üçüncüsü, yaratıcı ölümsüzlük. Ağaç dikmek, kitap yazmak olabilir. Burada vurguladığı ve bilincinde olmadığımız şey hepimizi daha mutlu edecek bir dünya yaratılması olabilir. Dördüncüsü ise tarihsel ölümsüzlük. Yani hepimiz söylediğimiz ve söylemediğimiz her sözle, yaptığımız her hareketle, tükettiğimiz ve tüketmediğimiz her şeyle, her ân bir tarih yazıyoruz. Tarih yazan insan. Bunun bilincinde olsak, olabilsek, daha farklı davranırız. Bir ara psikolog olarak geliştirdiğim bir tez vardı, ölümsüzlükle ilgili. Yaptığımız her davranışın, söylediğimiz her sözün ölümlü olduğumuzu unutmak için olduğu üzerineydi. Çünkü ölümlü olduğumu hissederek ve düşünerek yaşarsam dengemi kaybedebilirim, intihar edebilirim. Akıl hastası olabilirim. Onun için yaptığımız her şey, bilinçaltı diye bir şey varsa, ölümlü olduğumuzu unutturmak için.


EB: Aklıma Dostoyevski’nin “Budala”sı geldi. Orada Prens Mışkin idam cezasına çarptırılır. İdam cezasına giderken daha zihnen ölümü ertelemeye çalışır. Aslında bunun gibi bir arzudan bahsediyorsunuz, değil mi? Ölümü düşünmemek. Bu anlamda ölümüne hazırlanmak ya da biyolojik ölüm sonrası dijital ölümsüzlüğe hazırlanmanın, örneğin popüler bir hareket olduğu bir versiyonu hayal edelim. Bu bizim ölümümüzü sürekli tekrar tekrar kendimize hatırlatmamız demek olacak değil mi? Ben ölümlüyüm, öleceğim bir gün ve öldükten sonraki Elif'i doğru şekilde yaratabilmek için dijital ayak izimi doğru bırakmalıyım gibi bir bilinçle yaşayacağım.


GV: Bence ayak izi yok, onu daha çok oyunlarda görüyoruz. Oyun oynuyorsun, ölüyorsun. Reset'e basıyorsun, tekrar duruyorsun, birkaç adım daha ilerliyorsun oyunda, oyundaki yaşamında. Tekrar ölüyorsun, tekrar düğmeye basıyorsun, tekrar diriliyorsun. Şu ânda yüz milyonlarca genç ölümü böyle yaşıyor. Ölerek, dirilerek, ölerek, dirilerek. Ölümsüzlük kalıcı değil. Oyunlarda seni öldürecek başka şeyler çıkıyor. Yani oyunlarda hem ölümsüzsün çünkü hep yeniden doğuyorsun ama hem de ölümlüsün çünkü durmadan ölüyorsun bir noktaya geldikten sonra. 


EB: Yani dijital ölümsüzlük arayışı, bize ölümlülüğümüzü hatırlatarak bizim psikolojik dinamiklerimizde bir sıkıntı yaratır diye düşünmüyorsunuz.


GV: Yani oyunlardaki ölümsüzlükten mi bahsediyoruz, yoksa bu yeni bilinçten mi?   


EB: Mesela, torunum 18 yaşına geldiğinde artık bu çok uygulanan bir pratik hâline gelmiş olabilir ve herkes ölümünden sonra, ölümsüzlüğe hazırlanırken bulabilir kendini. Bu durumda torunumun torunu her kimse sürekli şunu hatırlayacak: “Ya ben ölümlüyüm!” Bu ölümlülük bilgisiyle yani o Prens Mışkin'in psikolojisinden çıkacaklar bir anlamda ve sürekli ölümlülüklerini hatırlayacaklar. Bu nasıl bir dünya olacak?


GV: Hani şu anda gördüğün daha çok, türümüzde ölümü unutmak için yaptığımız her şey tezim. Fakat bu teze refakat eden ve tersi mesajı veren, her şeyin bir tersi, diyalektiği var malum. Ölüme alışığız. Yani bir köyde yaşayan insan bile, ister Meksika olsun, ister Guatemala veya Türkiye, hayatında belki dört-beş ölüm görecektir. Ve yüz binlerce yıldır bu böyleydi. Çok az ölüm görüyordu. Şimdi sinemaya gidiyorsunuz, beş dakikada 100 kişi ölüyor. Haberlere bakıyorsunuz, bir kişi bir binaya giriyor; beş kişiyi, 50 kişiyi, 100 kişiyi uçuruyor. Uçak düşüyor, 500 kişi ölüyor. Otomobil kazalarından on binlerce kişi ölüyor bayramlarda. Yani ölüm çok sıradanlaştı aslında. Çünkü ölümü çok daha fazla görür, yaşar ve o kadar alıştık ki, Türkiye'de caminin önünden geçiyorsunuz, cenaze var, birisinin cenazesini kaldırıyorlar, tanımıyorsunuz, geçiyorsunuz.


Ama seksen bin yıllık tarihimizde, eskiden ölenlerin yüzde 99’unda öleni tanıyorduk. Onun ölümüne, gömülüşüne, yakılışına refakat ediyorduk. Ölülerden korkuyorduk. Yani bu zombilerin çıkması, türümüz ölülerden korkmasından. Tezim, özellikle krallar için kocaman mezarlar yapılmasının, mezarların içine hayvanlarının, altınlarının, carilerinin, sevgililerinin hepsini öldürüp koymamızın nedeninin bu adamların hortlayıp geri gelmemesi için olduğu. Çünkü adam öldükten sonra onun yerine geçenle, yeni bir düzen geliyor. Onun malları, toprakları, hayvanlarını o alıyor. “Aman biz bunu iyi besleyelim ki öbür dünyada, istediği kadar altını, carisi, atı, askeri olsun; geri gelmesin.” Mesela, o bilinen Çinli ölüler ordusu*, 5.000 tane filan, değil mi? Kilden asker koyuyorlar.


* Toprak Askerler ya da Terrakotta Ordusu, ilk Çin imparatoru Qin Shi Huang'ın mezarında bulunan terrakotta heykeller.

EB: Siz ister miydiniz, hazırlar mıydınız kendinizi böyle bir şeye? Yani ölümden sonra, biyolojik ölümden sonra bir Gündüz Vassaf versiyonu olsun ister miydiniz dijital dünyada?


GV: Son yıllarda bilincim, “her ân ölebilirim, gözüm arkada kalmayacak ama yaşamaktan da çok mutluyum” arasında gidip geliyor. Psikolog Erik Erikson’a göre yaşamın sekiz dönemi vardır. Sonuncu döneminde bir tahlil ediyorsun geçmişi. Ya memnunsun, çünkü olan oldu. Veyahut da “Ah, şunu yapabilirdim. O olmadı, bu olmadı,” diye geçmişine küskünsün. Bir tanesi ölümle kucaklaşmanı sağlıyor, huzurlu bir şekilde. Öbürü, öfkeli bir şekilde.


EB: Siz ister miydiniz böyle bir şeyi, ölümden sonra tekrar dirilmek için kendinizi dijital olarak inşa etmeyi? 


GV: İşte, o ben olmayacak, o gemi o kadar onarılmış olacak ki başka bir gemi olacak. Onun benimle bir ilgisi olmayacak.


EB: Yani istemezdiniz. 


GV: Ben olmayacağım. Ama ben olabilseydim de bilmiyorum, sıkılmadım yaşamaktan. Onun için böyle devam edebilirim şimdilik. 


EB: Ölen bir sevdiğiniz, örneğin anneniz için aslında yazdığınız o öyküde naif bir biçimde bir ölümsüzlük arayışı var denilebilir gibi geliyor. Mezar taşları, anma törenleri, fotoğraflar, resimler, hatta belki aile yadigârı mücevherler, çocuk yapma isteği pek çok kişiye göre. Hatta yaratıcılık, ‘o öldü ama eseri yaşıyor’ durumu. Bütün bunlar aslında bir anlamda belki de insanlığın ölümsüzlük arayışının parçaları. Siz ister miydiniz sevdiğiniz birisinin dijital olarak ölümsüz kılınması senaryosunu, size iyi geliyor mu bunu düşünmek? 


GV: Ama o ölümsüzlük değil, eskiden yaşayan bir kişinin ardından kalan iz. Çünkü dondurmuyorsunuz ki o bilinci başkaları yaşatabilsin. O kişi kendisi olmaktan çıkıyor. Bir anlamda başkaları o kişiyi yönlendirmiş oluyor. Kimine göre ruhsal olarak, ırzına geçmiş oluyor. Kimine göre, yeni dünyalar yaratmış oluyor; ama o kişi olmaktan çıkıyor. 


EB: Dediğiniz bana çok huzursuz hissettirdi. Ölüm tabiatın ana rahmine geri dönüşü gibi. Huzurlu bir tarafı da var düşününce. Ve bir şekilde o elimden alınır gibi hissediyorum. Ve bir sevdiğimin de elinden bunu almak istemem. Ama tabii ne kadar sevdiğiniz ve ne kadar önemsediğiniz birinin, ne şekilde öldüğüne de bağlıdır mutlaka. Yani o ihtiyacı da anlamak zor değil herhâlde.


GV: İşte sevdiğiniz kişi ölünce, mesela sevdiğim bir arkadaşım öldü. Onunla daha çok yaşıyorum şimdi. Çünkü o gitti, ona olan sevgim kaldı. Hâlbuki o yaşarken o sevgi o kadar yoğun değildi. Artık olmadığı için sevgisini daha çok yaşatıyorum. Yani ölümünden sonra varlığının daha çok bilincindeyim. Giden bana bir anlamda geleceğimin, neler yapabileceğimin şevkini veriyor.  


EB: Eğer onun bir dijital versiyonunu yaratmış olsaydınız şu ân bu şevki alamayacaktınız.  


GV: Olmazdı. Evet.


EB: Şu da var: Sizinle başka bir Elif olarak konuşuyorum. Eve gidiyorum, eşimle farklı bir Elif'im, çocuğumla farklı bir Elif'im, kızınca farklı bir Elif'im, iş yerinde farklı bir Elif'im. Hangi Elif'i ne şekilde hayata döndüreceksiniz de çok önemli bir soru elbette. 


GV: Evet. Hatta konuşurken birbirimizi tekrar tekrar yaratıyoruz. Son 10 dakika içinde, 15 dakika içinde farklılaşıyoruz. Birbirimizle de farklılaşıyoruz. 


EB: Bu dijital olarak her ne kadar imkânsız olsa da bir ölümsüzlük arayışının olması, size genel olarak ne hissettiriyor? Sizce tekinsiz bir senaryo mu?


GV: Abesle iştigal etmek eski bir deyimle. Havanda su dövmek, bencillik. Yani uç noktada zekânı buna veriyorsan, çalışıyorsan devamlı bu konuda, patoloji.


EB: Neyin patolojisidir?  


GV: Hırsın. Yani ölümsüzlük olmasa bile “ben bunu yapacağım, bulacağım, bulacağım, bulacağım” gibi bir hırs. Çünkü bizi ahlaktan arındırıyor. Güzelden arındırıyor. Huzurdan arındırıyor. Bunlar hırslı, huzursuz kişiler, bununla uğraşanlar.



"Şimdi ölümsüzlük herkesin olabilirmiş, herkes istermiş gibi bir mesaj yayılıyor. Belki ben de bir ölümsüz olacağım, diye düşünebiliyorum. Bu bencilliğimize hitap ediyor."


EB: Edebiyatta ölümsüzlük senaryolarının çoğunlukla distopik bir dille ele alınıyor olmasının ve nihâyetinde ölümsüzlüğü bulanın da mutsuz olmasının sebebinin ölümsüzlüğün çok da huzur veren bir his olmaması olabilir mi? Borges'in öyküsündeki kahramanı ya da mesela “Gılgamış”ı düşünelim. Arar, arar, arar ama bulamaz. Nihâyetinde ve insanlığın ölümlü olduğu bilgisiyle ayrılır destandan. 


GV: Değil. Ölümsüzlük arayışında felaketler Mary Shelley’ler ile başladı 19. yüzyılda. Ondan sonra daha yeni ölümsüzleri, daha çok kişilik sorunları, problemleri olan, ölümle yüzleşebilen, yüzleşemeyen farklı toplumlara, başka adaletsizlere gidiyordu. Fakat şimdi ölümsüzlük herkesin olabilirmiş, herkes istermiş gibi bir mesaj yayılıyor. Belki ben de bir ölümsüz olacağım, diye düşünebiliyorum. Bu bencilliğimize hitap ediyor. Çünkü şu ânda hiçbir şey yapmazken, ‘canım sıkılıyor’ derken, ‘ah hiç iyi film de kalmadı’, ‘sevgilim de beni sevmiyor’ derken, ölümsüz olabilirim. Günlük yaşamazken birden ölümsüz olacağını düşünüyor insan duyunca bu tip haberleri.


EB: Müthiş bir ölüm korkum var diyelim. Buna iyi gelir miydi? 


GV: Korkunu arttırırdı. Çünkü ya ben şeyden önce ölürsem, bu insanlar bunu becermeden ölürsem diye korkusunu arttırırdı. Sokağa çıkmaktan bile korkardı. 500 tane hap alırdı başka bir ölüme doğru giderdi yani.  


EB: Tabii bir de bizden sonraki iki nesil ilgilenebilir senin sesinle ve görüntünle. Ama ondan sonra yine ölüme mahkumuz, değil mi? Dijital versiyonumuz bile olsa.  


GV: Merak edecek kimse kalmayacak sizi. Belki en son sizi merak edecek torununuz varsa veya siz 80 yaşına geldiğinizde sizi gören bir çocuk varsa o da hatırlayabiliyorsa. O da ölünce artık kimse sizi hatırlamayacak. Ama bir şey bıraktınızsa, bir seramik yaptınızsa belki o seramiği hatırlayacaklar, gene seramiği görecekler. 


EB: Peki varsayalım çok ani bir ölüm. Çok sevdiğim bir insan. Ve benim gerçekten onunla tekrar bir kez daha konuşmaya ya da belki onun sesini bir kez daha duymaya ya da bir şekilde onunla iletişime geçmeye ihtiyacım var. Bu anlamda tekrar bir buluşma, belki küçük bir mesaj iletme, bir cevap alma şeklinde yapıldığında iyileştirici bir etkisi olabilir mi? Yani vedalaşmayı kolaylaştıran bir tarafı olabilir mi belki? 


GV: Vedalaşmıyoruz ki rüyamızda geri geliyor ölülerimiz. Rüyanızda görüyorsunuz. Annem ve babam öldüklerinden beri ayrı zamanlarda geliyorlar rüyama. “Ne güzel, yaşıyorlar!” diye seviniyorum. Ondan sonra rüyanın bir yerinde ölüyorlar. Ölümü ikinci defa yaşıyorum. Üçüncü defa öldürüyorum annemi. Hatta dördüncü defa. Fakat zamanla o tür rüyalar bitiyor. Annem geliyor. O Patagonya'da olabilir, ben Hawaii'de olabilirim. Ne güzel görüştük diyorum. Nasıl gördüysem göreyim fark etmiyor. Beraber olmuş oluyorum. Zaten yaşatıyorum. Daha başka niçin? O zaman bencilliğim için. Ama geleceğin bizi özgürleştireceğinden şüphem yok. Yapay zekâ müthiş bir zenginlik yaratarak hepimize şair olma imkânı tanıyacak.

bottom of page