top of page
  • Elif Bereketli

"Ölümsüzlük çok stratejik elit sınıflar doğuracak."




Gazeteci Elif Bereketli, gazeteci Serdar Kuzuloğlu'na soruyor: Gelecekte ölebilmek mümkün olacak mı?


Elif Bereketli: Dijital ölümsüzlüğe dair pek çok tartışma var. Fakat şu ân için bu olasılığın neresindeyiz? Henüz fikir aşamasında mıyız, yoksa bugün ben istesem kendimi ölümden sonra dirilmek için hazırlayabilir miyim? 


Serdar Kuzuloğlu: Ölümsüzlüğün dijital versiyonunu konuşurken en başta ölümsüzlükle ne kastettiğimizi tanımlamakta fayda var. En temelinde, insan teorik olarak öleceğini bilen tek canlı türü olmasından dolayı bütün canlılardan farklı arayışlara girmiş, çözümler bulmuş. Bunun kaçınılmazlığı karşısında, ölülerini gömmüş, mezarlıklar yapmış. Bu alemin ötesinde de bir alem olduğuna, aslında ölümün bir son olmadığına, çok da üzülmememiz gerektiğine dair teoriler üretmiş; onu kıymetlendirmiş, kıymetlendirmesinden dolayı sağlıklı kalma arzusu ortaya çıkmış. Hijyen ve güvenliğe yönelik saplantılarımız ortaya çıkmış.


Öyle ki mesela bugünkü ölümü yaşamın normal akışının dışındaki anomalilikler olarak kavramlaştırmışız. Yanlış hatırlamıyorsam, Michel Foucault'nun biyopolitika tartışmalarında da vardı. Mesela hastalıklarda olduğu gibi, hastaneleri şehrin ötelerine taşımışız; akıl hastanelerini, mezarlıkları, hapishaneleri, hayatın akışı dışındaki her şeyi bir leke, bir yara gibi tanımlamışız. Kavram olarak `ölmek` bile gündelik dilimizin içerisinde kullanmayı tercih etmediğimiz bir kavram. Bir sürü alternatifler deniyoruz. “Vefat etti” diyoruz, “hayatını kaybetti” diyoruz, “son nefesini verdi” diyoruz. “Öldü” demek bile sanki bir hakaret gibi. Tabii ki, ölmeyi bu kadar kabullenemeyen toplumda yaşlanmak bir hastalık olarak tanımlanmaya çalışılıyor.


Ölümsüzlüğün peşindeki arayışlardan birinde, yaşlılığın bir hastalık olduğunun üzerinde duruluyor. Dolayısıyla bunun tedavi edilebilmesi durumunda, ölüme de çare bulunabileceği ile ilgili yaklaşımlar var. Bir yandan da her fırsatta binbir zahmetle andığımız bu hayatı, bu kadar uzun süre yaşama arzumuz da çok ilginç. Birazcık geçmişe yönelik bu seçici geçirgen bir algımız, hafızamızdan kaynaklanıyor gibime geliyor. Çünkü geçmişe yönelik olarak hep güzellikleri hatırlıyoruz. 


Yaşam da esasında bu kadar uzun sürdürmek isteyeceğimiz bir yaşam mı, işin o kısmı da birazcık tartışılabilir. Dijital ölümsüzlüğün ham maddesi dijitalleşmiş izlerimiz, ayak izlerimiz, seslerimiz, soluklarımız, yazılarımız, sosyal medya paylaşımlarımız… Bunları dijital miras olarak düşünerek bir karşılaştırma yapabiliriz: Mesela ben iki kuşak öncesini -dedelerimi, anneannemi, babaannemi- kaybettim. Onların mirasları bir naylon torbaya sığacak kadar azdı: Bir tarak, bir ayna, iki parça elbise, belki bir ajanda… Oysa bugün, bizden önceki hiçbir kuşağa nasip olmayan, geniş bir dijital mirasa sahibiz. Tarihin hiçbir döneminde bizim gibi sıradan insanlara ait bu kadar kayıt olmadı. Tarih, Bertolt Brecht'in şiirinde de olduğu gibi, hep kahramanları yazan tarih. Fatih Sultan Mehmet'in iftarda ne yediğini biliriz de aynı Ramazan'da Ankara'nın bir köyündekilerin ne yedip içtiğini, kaç para kazandığını bilmeyiz. Bugün; sıradan insanlar olarak milyarlarca fotoğrafı, sureti, düşüncesi, hisleri, tepkileri, üslubu, tarzı, ses tonu, jestleri kaydedilmiş bir toplumda yaşıyoruz. Bu eşsiz birikimden yola çıkarak dijital ikizler oluşturmak mümkün - ki, aslında dijital ikiz kavramı da endüstriyel anlamda ortaya çıkmış bir kavram. Örneğin, bir fabrika inşa etmeden veya bir fabrikayı restorasyona sokmadan önce o yapının bir dijital ikizi yaratılarak simülasyonu oluşturulur. Böylece o fabrikaya bir ek yaparsak nasıl tepkiler verileceğini biliriz. Aynı bu şekilde, insanları da simüle etmemiz dijital olarak mümkün. 


Bir yandan, bunun çok kadim bir arayış olduğunu da hatırlamakta fayda var. Yani ölümsüzlük arayışı kesinlikle bugüne has değil. Yazılı metinlerden veya söylencelerden yola çıkalım: Mesela Hızır'ın peşinden giden Musa ile Yuşa’nın ölümsüzlük iksirinin peşinde koşması… Ya da Gılgamış'ın Utnapiştim'in peşinde ölümsüzlüğü arayışı, ölümü kabullenemeyişi, toprak olmayı isyan ederek karşılaması gibi. 


Bu kadim arayışın teknolojiyle mümkün olan kısmında belki de çok önemli bir tartışmayı göz ardı ediyoruz: O da insanı insan yapan şeyin ne olduğu. Eğer ki insan `zihni` ise yani bedeninden azade bir şey ise -beden sadece bir kabuk ise, bir taşıyıcı ise; insan `fikirleri` ise… Bütün bunların -daha genel tanımıyla- bilincin ne olduğunu bilmiyoruz. Dolayısıyla bütün bunlarla, örneğin gazete yazılarımla, blog yazılarımla, sosyal medya paylaşımlarımla, söyleşilerimle benim bir dijital ikizimi yaratabilirsiniz. Benim gibi konuşabilir, benim vurgularımla cümleler kurabilir, aynen benim gibi cümle dizilimleri sunabilir. Ama bu, ben olur muyum? Bilemiyorum. 


Şimdi çok meşhur bir sohbet botu var yapay zekâ destekli GPT adı altında. GPT'nin, bir herkes tarafından kullanılabilen ücretsiz bir versiyonu var. Bir de ücretli sürümü var. Ücretsiz sürümünün hafızası ve bilgileri, belirli bir tarihte sınırlı. Serdar Kuzuloğlu'nun ya da Elif Bereketli'nin dijital ikizi ölümünden sonra ölümüne kadarki bilgilerle mi sınırlı kalacak? Yoksa o zihin yapısıyla yeni bütün gelişmeleri işleyip değerlendirip kendi değer yargılarıyla yeni bir şeye mi kavuşturacak? Ve bunun simülasyonu nasıl yapılacak? 


Bu konuda, tabii ki, çözümler var. Örneğin, beş milyar dolardan fazla yatırım almış durumda şu ânda bu girişimler. Mesela ‘Life Note’ diye bir girişim var. Yaşamınız boyunca sizin rızanızla mümkün olan size dair bütün bilgileri topluyor ve bütün bunlarla bir dijital ikizinizi oluşturuyor. Ya da benzer bir şekilde ‘Eternime’ diye bir girişim var. Bütün sizin hatıralarınızı, görüşlerinizi topluyor. Size sonsuz bir yaşam vadediyor. 


Bu, işin bir dijital kısmı. Bir de analog kısmı var. Bir grup insan da tıbbın, paranın, bilimin bütün imkânlarıyla bedenen “ölümsüzlük” ya da çok çok uzun yaşamın peşinde koşuyor. Geçenlerde incelediğim bir site vardı. Bu konunun öncü isimlerinden birisi kurmuş, Rejuvenation Olympics diye. Biyolojik yaşınız ile teorik yaşınız arasındaki farkı hesaplıyor. Mesela, siz 40 yaşındasınız ama biyolojiniz 30 yaşındaki insana denk. Dolayısıyla bu, size daha uzun süre yaşayacağınızı söylüyor. Ama buradaki tartışmaların içerisinde şöyle düşünelim. Bunu, bitiş çizgisine ne kadar geç ulaşırsanız o kadar başarılı olacağınız bir olimpiyat yarışı gibi düşünebiliriz. Bu mantıkla baktığımızda gözden kaçan şu: Yaşlanmayı yavaşlatmak mümkünse de bu bizi ölümsüz kılmaz. Böyle bir garanti yok. 


"İnsanların ölmesi sadece biyolojik bir ihtiyaç değil. Aynı zamanda ekonomik bir ihtiyaç. Fırsat eşitliğine yönelik bir ihtiyaç. Kaynakların adaletli paylaşımına yönelik, ümidimizi korumaya yönelik bir ihtiyaç."

EB: Bedenin sınırlarını esnetme yönündeki çalışmalar tartışmalı, fakat dijital ölümsüzlük de öyle. Benim torunumun torunu, babamin dijital ölümsüzlük imkanlarıyla hayatta tuttuğum sesiyle gerçekten ilgilenecek mi? İlgilenmeyecek. Dolayısıyla, ölümlü imkânsızlaştırmıyoruz da geciktiriyoruz gibi bir anlamda. 


SK: Kesinlikle. Bu, mitolojideki Midas'ın öyküsünü hatırlatıyor. Ondan bir dilek dilemesi isteniyor. O da “Dokunduğum her şey altına dönüşsün” diyor. Çok mantıklı bir ve kudretli bir yetenek bu. Fakat onun lanetine dönüşüyor. Çünkü dokunduğu her şey, çocukları dahil olmak üzere, bir altın kütlesine dönüşüyor. Hayatı da cehenneme dönüşüyor. Çoğu zaman talep ettiğimiz şeyleri tanımlamakta zorluk çekiyoruz. Biz iyi bir hayat mı yaşamak istiyoruz? Uzun bir hayat mı yaşamak istiyoruz? Sağlıklı bir yaşam mı yaşamak istiyoruz? Sonsuz bir hastalığın içinde mi yaşamak istiyoruz? 


Çocukluğumda TRT'de Alacakaranlık Kuşağıdiye bir dizi yayınlanırdı. Her bölümde kısa hikâyeler anlatırlardı ve bu hikâyeler genellikle insanların hayal ettiği şeylerin gerçekleşmesi durumunda ne kadar da istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini gösterirdi. Mesela bir adam var, kitap okumayı çok seviyor. Ama bir türlü buna fırsat bulamıyor. Hep “Sonsuz zamanım olsa da keşke dünyadaki bütün kitapları okuyabilsem” diye bir şey arzuluyor. Ve bir gün yaşanan bir felaketle birlikte dünya yerle bir oluyor ve bir tek o hayatta kalıyor. Kitaplar, her şey onun oluyor. Ama tam o sırada kazara gözlüğü düşüyor ve camı kırılıyor. Ve hiçbir kitabı okuyamaz hâle geliyor.


Şeytana ruhunu satan bir adamın hikâyesi vardı başka bir bölümde de. Bu kişi karşılığında ölümsüzlüğü istiyordu. Fakat ölümsüzlükle boğuşurken bir suç işliyor ve ömür boyu hapse mahkum oluyordu. Ölümsüzlükle ödüllendirilmiş birinin ömür boyu hapsi… En pragmatist, kantitatif veya kapitalist bakış açısıyla bile, bugün dünyanın kaynaklarının yeterliliğini tartıştığımız bir düzende ölmemenin dünyaya çok yüksek bir maliyeti olduğunu unutmayalım. Yani insanların ölmesi sadece biyolojik bir ihtiyaç değil. Aynı zamanda ekonomik bir ihtiyaç. Fırsat eşitliğine yönelik bir ihtiyaç. Kaynakların adaletli paylaşımına yönelik, ümidimizi korumaya yönelik bir ihtiyaç. Sonsuz yaşam gibi bir imtiyaz olduğunda bunun, çok az zengin insana yönelik bir ayrıcalık olacağını unutmayalım.


Ayrıca benim sonsuz yaşam sürmem, ölümsüz olmam başkaları için bir cezaya da dönüşebilir. Bütün bunları dijital versiyonunda şöyle düşünelim: Bir uygulama yüklüyorsunuz, sonrasında o uygulama sizin hayatını kaybetmiş yakınlarınızın, örneğin, ölmüş babanızın bir simülasyonunu oluşturuyor. Durduk yerde, olmadık ânlarda bir bildirim geliyor. Babanız bir şey yazıyor. Bir süre sonra bildirimleri kapatırsınız. Bu tahammül edilebilir bir şey değil. Ondan sonra o uygulamayı silebilirsiniz bile. Babanızı silebilirsiniz yani. Yani bu dijital ölümsüzlük “keşke şimdi yanımda olsaydı da bana bir akıl fikir verseydi” gibi bir şey değil, hayal ettiğimizin ötesinde.


Öte yandan; bağırsaklarımla, parmaklarımla, saçlarımla, gözlerimle, zihnimle, beynimle şüphesiz bedenimin tamamıyla bir bütünüm ve dünyadan bu duyu organlarımla besleniyorum. Sadece bir uygulama olduğumda benim dünyayla aramdaki arayüz ne olacak? Bunun cevabı yok. Ben neyle duyacağım, neyle konuşacağım, neyle bir şeylerin tadına bakacağım? Bonfilenin yeterince pişip pişmediğini, lezzetini, bunların simülasyonunu nasıl yapacağım? Veyahut dijitalleşerek ölümsüzleşen bir insanın öldürülmesi nasıl olacak? Ölümü olacak mı? Mesela, dijital olarak ölümsüzüm ve artık ölmek istiyorum, bıktım. Benden sonrakilerin yaşamına şahitlik etmek istemiyorum. Bu, benim hayal ettiğim gibi gelişmiyor ve tahammül edemiyorum. Ölmek istiyorum. Beni kim, nasıl öldürecek? Veya ben dijital bir kobaya mı dönüşeceğim? Çok bunlar ilginç konular.


EB: Bir kelime pek çok anlamda kullanılabilirken, dijital ölümsüzlük imkanı sunan bu teknolojiler sarkazmı anlayabilir mi mesela? Ya da ben annemle, sevgilimle, iş arkadaşımla farklı konuşuyorum. Bunun bir ortalamasını mı alacak dijital Elif`i yaratırken?  Her sene farklı bir ben var bir tarafıyla da. Hangi benden bahsediyor olacak? Dediğim her şeyi benden daha iyi hatırlayabilir ama yine de ben olamaz gibi. Tutuculuk mu yapıyorum?


SK: Bir kere insanı tarih boyunca tanımlamamıza baktığımızda, bugünkü uygulamalara yönelik bazı ipuçları ediniyoruz. Mesela, Antik Yunan'da filozoflar insanı, dünyayı, yaşamı doğanın birleşenleriyle tanımlamışlardı. İnsanın bedeninin de bundan oluştuğunu düşünmüşler. Sonra Endüstri Devrimi'nde Alman Fritz Kahn, insanın bedenini bir makineye benzetmiş. Hatta çok ilginç illüstrasyonlar çizmiş. 


Fritz Kahn’ın 1926 yılında basılan Man Machine isimli eserinde yer alan posterlerden. 

Sonrasında bilgisayarlar icat olmuş, insanı bilgisayara benzetmişiz. Şimdi, yapay zekâyla bir anlamda hemhal olmuş durumdayız ve insanı gelişmiş bir yapay zekâ ya da yapay zekâyı ilkel bir insan beyni gibi algılıyoruz. Böyle baktığımızda insanı dijitalleştirmek nasıl mümkün? İnsanın belli bazı temel durumlardaki algoritmalarına bağlı. Benim nasıl iklim koşullarında üşüdüğüm, nasıl koşullarda terlediğim, ne tip yemeklerden hoşlandığım ya da hoşlanmadığım, beden dilim, mimiklerim, ses tonum, vurgularım bunların hepsi analiz edilerek belli bazı izleklere oturtulabilecek süreçler. 


Maktül ve zengin kimi kişilerin milyonlarca dolarlık varlıkları görüntülü iletişim metotlarıyla başka hesaplara aktarılıp buhar edilmeye başlandı. Bunun tabii envai çeşit kullanımı var. İnsanların yüzlerinin pornografik görüntüler içerisinde yerleştirilmesi de var ki buna “deepfake porn” deniyor ve birçok insanın hayatını karartan, altüst eden şeylere dönüşecek çok yakın gelecekte. 


EB: Dijital ölümsüzlük hangi teknolojiler kullanılarak yapılıyor? Teknolojik anlamda ne gibi kısıtlamalar var? 


SK: Aynı teknolojiler kullanılıyor. Çekişmeli üretken yapay zekâ dediğimiz kavramlar var. Generative Adversarial Networksdiye de geçiyor. Bunlar bir kere bizim yüzümüzün, bedenimizin üç boyutlu modellemesini yaptıktan ve 360 derecede her türlü ayrıntımızı kaydettikten sonra kendi mekaniklerimizin de ona bir anlamda can verebilmesini sağlıyor. Elimizin ve kolumuzun hareket kabiliyetleri belli. Birbiriyle olan oranları belli. Bizim sesimizi sentezlenerek, analiz edilerek tekrar üretilebiliyor. Öte yandan, bugün popüler yapay zekâ botu ile de gördüğümüz gibi, yazıştığınız “şeyin” gerçekten bir insan olup olmadığını anlamak giderek zor hâle geliyor. Çünkü karşımızda tutarlı konuşan, bazen duygusal tepkiler veren, hatta gerektiğinde yalan söyleyebilen, bizi aldatabilen örneklerine rastlıyoruz. Bunu, özellikle görsel üretiminde görüyoruz. Diyoruz ki “21. yüzyılda, İstanbul sokaklarında, yanında bir Afrika aslanıyla gezen Harikalar Diyarı'ndan Alice'i bize çiz” ve birkaç saniye içerisinde sizin istediğiniz bütün özelliklere yönelik üretebiliyor. Bunlar birleştiğinde, teorik olarak gerçeğine yeğleyebileceğimiz dijitallikler ortaya çıkıyor.


Bunlar Serdar Kuzuloğlu'nu ölümsüzleştirmek için mi kullanılacak, Serdar Kuzuloğlu'nu ilginç bulan insanlar için, onun bütün özelliklerine sahip olmakla birlikte onun da ötesinde daha da arzulanan şeylere sahip, yeni, müstakil varlıklar oluşturmak için mi kullanılacak? “Babamın dijital sureti olsun ama sinirlendiğinde küfretme huyu olmasın” ya da “sakallı ve saçlarının dökülmediği zamanlar olsun” gibi üstünde oynamalar yapabileceğimiz, hükmedebileceğimiz dijital suretler dahi olası bugün.


EB: İşin bir de hukuki tarafı var: Kişi öldükten sonra dijital yaşamı hakkında kararları kim verecek? Kişinin ölmeden önceki ifadeleri mi, ailesi mi yoksa verileri elinde bulunduran şirket mi? Ortada bir rıza problemi var gibi.


SK: Kısmen doğru. Bugün bu tartışmaları çok ilginç bir şekilde sinema endüstrisinde görüyoruz. Sinema oyuncuları demin bahsettiğim kabiliyetler doğrultusunda dijitalleştirilerek ölümsüzleştirilmek isteniyor. Mesela “Star Wars” filminin bir bölümünde, hayatını kaybetmiş olan Prenses Leia'yı yapay zekâyla canlandırılarak bir sahnenin içerisinde gördük ya da Martin Scorsese'nin “Irishman”inde. Son “Indiana Jones”ta Harrison Ford'un gençleştirilmesi gibi ânlarda da gördük. Hollywood ünlü, çok izleyicisi olan oyuncuları ölümsüzleştirmek, onu istediği gibi ileride farklı yapımların içerisine de yerleştirebilmek, hatta kimi durumlarda, mümkünse eskiden oynadığı filmlerin yeniden yorumlanmasını hayata geçirmek üzere anlaşmalar yapmak istiyor. Tabii, oyuncuların büyük bir kısmı buna karşı çıkıyor çünkü bu onların da aslında varlık sebebini anlamsızlaştıracak gelişmelerden biri.


Fakat buradaki olay ne? Yaşamakta olan birisi dijital haklarını bir kişiye ya da kuruma bir sözleşme kapsamında devrediyor. Bu işin tamamen hukuki boyutu, bu şekilde yapıldığında hiçbir problem yok. Dijital kopyanızı belirli formatlar çerçevesinde bir kuruma devrediyorsunuz varsa asla yer almak istemediğiniz şeyleri belirliyorsunuz, mesela “beni asla sigara reklamlarına yerleştirmeyin” ya da “bilmem kimle yan yana herhangi bir yapımda kullanmayın” gibi şartlar belirliyorsunuz ve bu mümkün oluyor. Ama biz öldükten sonra bu hakkın elde edilmesi mümkün değil çünkü bu bizim varislerimize miras olarak bıraktığımız bir hak da değil. Yani ben bir kitap yazmış olsam öldüğümde varislerim telif hakkı düşene kadar, yazdıklarımdan veya oynadığım filmlerden, reklamlardan hak iddia edebiliyorlar ama dijital ikizim için henüz böyle bir hukuki düzenleme yok.


EB: Örneğin, seninle bir süredir konuşuyoruz. Şu ânda bu konuşmayı alıp böyle bir şirkete sunduğumda sadece bu konuşmadan bir Serdar Kuzuloğlu yaratabiliyor muyum? Yaratabiliyorsam eğer, bu hak bana mı ait? Çünkü benimle konuştun. 


SK: Teknik olarak yaratılabilir ama bunun ticari anlamda ki kullanımının hukuki temeli yok. Ayrım bu. Yani teknik olarak imkanlı olma ile hukuki olarak mümkün olma arasında henüz bir uçurum var. Bu düzenlenmiş bir alan değil.


EB: Henüz düzenlenmiş bir alan değil ama muhtemelen gelecek 50 yıl içerisinde epey bir değişiklik göreceğiz.


SK: O kadar uzun süreceğini tahmin etmiyorum. Çünkü o kadar hızlı gelişiyor ki ve o kadar fazla potansiyel içeriyor ki, bu iştah hızla hukuki düzenlemeleri beraberinde getirecek ve bunları ironik bir şekilde yaşayarak öğreneceğiz. Çünkü bunlar bizim daha önceden yaşadığımız vakalar değil. 


EB: Peki, biraz da felaket senaryolarından bahsetmek istiyorum. Bir düşmanınız canınızı yakmak için çok sevdiğiniz birinin delirmiş bir versiyonunu oluşturursa? Annem sevmediğim yönlerimi eleyerek beni yeniden doğurursa bu sinirimi bozmaz mıydı? Veriler ne şekilde kötüye kullanılabilir? Sosyal medya döneminde şirketlerin sattıkları ürünün ta kendisi olduk, yine benzer bir yere çıkar mı?


SK: Diyelim ki, elimizde Alaaddin'in lambası gibi bir şey var ve biz ona her dilediğimizi yaptırabiliyoruz. Kişinin adını giriyoruz, oradan buradan topladığı bilgilerle bize bir suretini oluşturup karşımıza çıkarıyor ve biz bireysel olarak, onunla bir etkileşim kuruyoruz. Belki ben kadın olmak istiyordum ama hayatım boyunca buna cesaret edemedim. Böylece kadın suretimi yaratacağım, gibi sonsuz ihtimaller de var. 


Benim dijital suretleri istismar etme, mağdur etme ya da onlar tarafından istismar edilme ihtimallerim de söz konusu. Böyle bir makinenin varlığında, benim telefonumda, sanal gerçeklik kaskımda, başlığımda ya da bilgisayarımda ya da o evrenin içerisinde benim onunla ne yaptığımı benden başka birinin bilme ihtimali yok. Fakat bunların, ticari olarak kullanıldığı ortamlarda, bunların kamuya açık olarak alınıp satıldığı, pazarlandığı, tanıtıldığı ortamlarda demin de bahsettiğim gibi dijitalleştirilmiş kişilerin rızası şartı var hukuken. Dolayısıyla bu ihtimal her anlamda bizim rızamıza bağlı. Ama biz dijitalleştirme rızası verdikten sonra onun hangi amaçlarla kullanılabileceğine yönelik varsayımlar da gerçekten böyle oturup konuşulsa sonu gelmeyecek bir liste oluşur. 



"Yapay zekâ neyi unutacak? Sonsuza kadar her şeyi hatırlayan bir dijital suret cehennemdir. Korkunç bir hapishanedir."


EB: Sence dijital ölümsüzlükte böyle bir senaryo yaşanacak mı? Kötüye kullanımları da yakın zamanda doğacak mı?


SK: Hiç şüphesiz! Bir kere, bu dijital suretlerin ben bilinçaltımızda çok derinlerde bir dijital köle olarak algılandığını düşünüyorum. Aslında yaratmaya çalıştığımız şey, dijital köleler. Yapay zekâya yönelik ikircikli, endişeli, tedirgin tavrımızın kökeninde de bu var. Çünkü biz; bizden daha zeki, bizden daha bilgili, bizden zihnen daha güçlü varlıkların arasında yaşamaya tahammül edemiyoruz. Biz, her zaman en kudretli olan olmak istiyoruz ve dünyadaki her şeyin bizim için yaratıldığını, bize borçlu olduklarını ve bize hizmet etmeleri gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla, mesela dijital Elif Bereketli bana itiraz edebilecek mi? Belki bana hiçbir şekilde itiraz edemeyecek bir Elif arzulayacağım veya yaratacağım. Burada en insani vasıflarımızdan yola çıkalım: Örneğin, bazı şeyleri çok iyi hatırlamakla birlikte, birçok şeyi hiç hatırlayamayan bir insanım. Hafızam çok kötü, bunu geliştirmek için bazı teknikler denedim; bazıları işe de yaradı. Sonrasında şunu fark ettim; unutmak insanın en büyük hediyesi. Yani hafızam yetersiz olduğundan değil, o ân için ya da yakın gelecek için önemsiz olduğundan dolayı bir şey unutuyor.


Örneğin, birisiyle kötü bir şey yaşıyorum ve bir süre sonra onu unutuyorum ve affediyorum. Bu benim en insani duygum, en insani kabiliyetim, süper yeteneğim. Bunu simüle edemezsiniz. Yapay zekâ neyi unutacak? Sonsuza kadar her şeyi hatırlayan bir dijital suret cehennemdir. Korkunç bir hapishanedir. Hiç kimseyle hiçbir sosyalliği bulunamaz. Çünkü biz bilinçli olarak unutuyoruz, bazı şeyleri derinlere gömüyoruz, üstünü örtüyoruz ki yaşamaya devam edebilelim. 


EB: Dijital ölümsüzlük bir noktada -tabiri caizse- halka inecek mi? Adını daha yaygın biçimde duyabileceğimiz bir teknoloji olacak mi? Yoksa tam tersi, çok pahalı ve erişilemez bir imkan olarak mı devam edecek yoluna?


SK: Çok pahalı ve erişilmez bir şekilde hayatımızda ilerlediği zaten bugünün de bir gerçeği. Hümanizme, transhümanizme ve post hümanizme doğru giden akımların hepsinde çok ciddi bir maliyet söz konusu.


Bugün biyolojik yaşını geride tutmak arzusunda olan insanların her ay on binlerce dolarlık maliyetleri var. Yaşlanmaya, yani doğanın akışına; doğanın buyruklarına karşı gelmenin çok yüksek bir maliyeti var. Bunun ölümsüzlük ya da sahiden yüzlerce yıllık bir ömre yönelik yansımaları da benzer şekilde çok pahalı olacak. Ayrıca her ne olursa olsun ölümsüzlük arayışı, uçakla seyahat etme gibi bir şey değil. O da en başında çok küçük bir zümreye ait ayrıcalıktı. Ölümsüzlük böyle bir şey değil; ölümsüzlük stratejik bir unsur. Yani ölümsüzlük büyük bir güç atfında da bulunuyor. Yüzlerce yıl yatırımcı kalabildiğiniz, yüzlerce yıl iktidarda kalabildiğiniz siyasi yapıları düşünün. Beş yüz yıl boyunca cumhurbaşkanlığı yapan insanları hayal edin. İki yüz yıl boyunca servetine servet katacak ve dört yüz yıl yaşayacak olan varislerine mirasını aktaracak ve hiç kimsenin rekabet edemeyeceği insanları düşünün. Yani yüz elli yıl boyunca bir konuda uzmanlaşmış ve artık sizin insan olarak rekabet edemeyeceğiniz zümreleri düşünün. Bunlar, çok stratejik elit sınıflar doğuracak. 


Sınırlı yaşam ve ilahi adalet kavramı insanın en kadim korkusundan kaynaklanıyor. Yaşamımız sınırlı ve ilahi adalet diye bir şey var, öteki dünyada hesabını vereceğiz gibi düşünceler var, değil mi? Bunlar bugünkü küresel ahlakın içerisindeki en önemli bileşenleri oluşturuyor. Dijitalleşerek ölümsüzleşen insanoğlunu dizginleyecek olan şey ne? Onun ahlakını ne şekillendirecek?

bottom of page